Giresun Üniversitesi Öğrencileri Paylaşım Alanı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Öğrencileri Paylaşım Alanı

Daha iyi bir Giresun Üniversitesi için...
 
AnasayfaAnasayfa  PortalliPortalli  Kayıt OlKayıt Ol  Latest imagesLatest images  AramaArama  Giriş yapGiriş yap  

 

 Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı... son 5

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı... son 5 Empty
MesajKonu: Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı... son 5   Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı... son 5 EmptyPtsi Tem. 16, 2007 1:56 am

6. Sanayi devrimi yalanı

Bir “sanayi devrimi” lafıdır gidiyor. Orta malı siyasetçisinden mahalle mektebi seviyesine inmiş bazı üniversitelerin hocalarına kadar yığınla insan, sorgu sual etmeden, ‘Eller aya, biz yaya’ teranesini tutturmuş, Avrupa’nın sanayi devrimini gerçekleştirdiğini, bizimse bu ‘evrensel gelişme’yi ıskalayıp çağdaşlık trenini kaçırdığımızı tekrarlıyorlar.

Nasıl “bilimsel devrim”, tarihçilerin, seçtikleri bir zaman dilimine yüzyıllar sonra yapıştırdıkları bir yafta ise, “sanayi devrimi” de 19. yüzyılın ortalarına doğru coşkuyla keşfedilmiş ve bu yüzden bazı özellikleri abartılmış jenerik bir terimdir. Filmin jeneriği, filmin kendisi olabilir mi?

Sanki Sanayi Devrimi bütün Avrupa’da aynı anda olmuş bitmiş bir olay gibi sunulur bize. Halbuki İngiltere’de giderek hızlanan ve istikrarlı bir tarzda gelişen sanayileşme, Fransa’da ağır aksak ilerlemiş ve büyük ölçüde İngilizleri taklit etmiştir. İngiltere’ye adamlar yollanmış ve hem makine, hem de işçi getirtilmiştir. Böylece Fransa için bir Sanayi Devrimi’nden değil, olsa olsa İngiliz makine sisteminin girişinden söz edebiliriz.

Bilimsel buluşların Sanayi Devrimi’ni hazırladığı iddia ediliyor. Hiç alakası yoktur. Mesela buhar gücüyle çalışan makineyi tasarlayan James Watt bilim adamı değil, amatör bir mucitti. Çelik sanayiinin babası kabul edilen John Wilkinson bir işadamıydı. Tekstil dokuma tekniğinde çığır açan iplik eğirme makinesi tasarımını başkasından araklayan Samuel Arkwright, inanmayacaksınız belki ama bir berberdi!

Başka kuşkular da var. Mesela “Sanayi Devrimi’nde geçtiği ileri sürülen sahneler, ancak 70 yıl sonra yaşanmış olabilir.” diyor Minnesota Üniversitesi’nden Herbert Heaton. Yani sonraki yıllarda cereyan etmiş olayları önce olmuş gibi gösterme numaraları da söz konusu. Düşünün bir, İngiltere’de 1830’larda bile pamuk işçilerinin sayısı, evlerde çalışan halayıkların sayısından azdı. 1850’de Yorkshire şehrinde yün eğirme işinin hâlâ elle yapıldığını gösteren kanıtlar mevcut. Hatta 1877’de, makinelerdeki kadar ucuza elle dokuma yapan bir imalatçı yaşıyordu İngiltere’de. Bu Fransa ve Almanya için haydi haydi böyleydi.

Sanayileşme sadece üretim artışıyla değerlendirilemez. Önemli olan hangi bedeller karşılığında başarıldığı değil midir? İngiltere’de uyuşturucu neden yaygındır bilir misiniz? Fabrikalarda geçen uzun gecelerde anneler bebeklerini uyutmak için afyon kullanıyorlardı da ondan. Tarih, ne yazık ki acımasızdır.

7. Galile’nin yargılanması yalanı

Bilim-din çatışması denilince ilk öne sürülen örnek, Galile’nin yargılanmasıdır. Kendilerinin “aydınlık” tarafta bulunduklarına adları gibi iman etmiş çevreler, “karanlık”ı temsil eden Ortaçağın ve Kilisenin baskı ve işkencelerine karşı direnen(!) bu soylu kahramana alkış tutarlar.

Oysa Galile’nin yargılanması diye bir olay cereyan etmemiştir. Afedersiniz, şöyle düzelteyim; yargılanmıştır ama bu, dostlar alışverişte görsün kabilinden bir yargılamadır ve Galile’yi mahkûm etmek bir yana, onu muhtemel fanatik hücumlarından kurtarmak için düzenlenmiş bir mizansenden ibarettir. Kendisini yargılayan Kardinaller, Galile’nin okul arkadaşlarıydı. Unutmayalım ki Galile, kilisenin bünyesindeki bilim adamlarındandı. Nitekim Papa da eski bir arkadaşı oluyordu. Hatta iki kızını rahibe olmaları için manastıra kapatan da bilim güneşimiz Galile’den başkası değildi.

Üstelik Galile’nin yargılanış sebebi, Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesi gibi bilimsel düşünceleri değil, bağlı olduğu, bağlı olmak ne kelime, bizzat içinde bulunduğu Katolik Kilisesi’ne itaatsizliğidir; yani kilise içi bir meseleyle karşı karşıyayız. Papa’ya, teorisini bir varsayım olarak sunacağına söz verdiği halde, bu sözünü tutmayan ve kitabını bildiği gibi bastıran Galile’nin arkadaşları tarafından gerçekleştirilen bir kurtarma operasyonudur yargılama. Anlayacağınız, Galile bahane, onun üzerinden dinin mutlaka bilime karşı olması gerekiyormuş gibi bir sözde gerçeklik üreterek nasiplenenler şahane!

8. Siyonizm yalanı

Yahudi meselesi, bir Avrupa sorunuydu; ama İslam âlemine fatura edildi. Avrupa, yüzyıllar boyu uğraştı durdu Yahudilerle. Şehrin içine bile almadı onları; mahallelerini yaktı, kovdu, dövdü, öldürdü, mallarını müsadere etti. Aynı dönemde ise İslam âleminde Yahudilerin keyiflerine diyecek yoktu.

Öte yandan Siyonizm’in babası Theodor Herzl’in II. Abdülhamid’e Avrupa’yı şikayet etmesi gerçekten tuhaftı. Bir Ortadoğu kavmi olan Yahudiler, kendilerini Avrupa’ya sürgün edilmiş gösterip yerlerine dönmek isterken, Abdülhamid onları kullandığını Avrupa’nın biliyordu. Nitekim tekliflerini reddedince haklılığı gün gibi ortaya çıktı; onu devirmekten tutun da Çanakkale’de bize karşı savaşmaya kadar pek çok komplo ve girişimin başında Siyonistler yer alacak, İngilizlerin yedek güçleri, daha doğrusu “Asya’ya karşı Avrupa kalesinin suru”, “barbarlığa karşı uygarlığın uçbeyleri” olarak harekete geçeceklerdi. Hâlâ da öyle değil mi?

Daha da acı olanı, “topraksız bir halk” dedikleri Yahudilere, “halksız bir toprak” olarak sundukları Filistin’in durumuydu. Milyonlarca Müslüman ve Hıristiyan Filistinli yaşamasına rağmen (nüfusun yüzde 95’ini oluşturuyorlardı), Filistin toprağı boş bir arazi olarak sunuldu dünyaya. Ancak şimdi aynı trajedi, hem de kat be kat fazlasıyla Filistin halkı için geçerli, yani toprakları ellerinden alınmış durumda. Ne var ki, o hayırhah Avrupa’nın kılı kıpırdamıyor. Neden? Çünkü İsrail devleti, Ortadoğu üzerinden geçecek stratejik hammadenin, yani petrolün kontrolü için gerekliydi ve bunun, Yahudi halkına insanî yardımla herhangi bir alakası yoktu.

9. Doğu despotizmi yalanı

17. yüzyıla kadar Çin, Hint ve İslam âlemlerine oranla epeyce geride bulunan Avrupa, kendisi haricindeki medeniyetlere bilinçli bir çamur atma stratejisini izledi. Ağır bir aşağılık kompleksi içindeydi. İşte bu strateji doğrultusunda Doğu’nun despotik bir yönetimi olduğu tezi ortaya atıldı ve Marx’tan Weber’e, hatta bugünkü bazı akıldanelerimize kadar pek çok kafayı iğfal etmeyi başardı.

Oysa Lucette Valensi gibi araştırmacıların da ortaya koyduğu gibi, bu, Avrupa zihniyetinin, gerisinde bulunduğu Doğu’yu gözden düşürme ve onun üzerinden kendi kimliğini üretme mücadelesinin bir parçasıydı. Ancak Voltaire ve Althusser gibi iki büyük düşünür bu yalanı yutmamış ve asıl despotizmin Avrupa’da yaşandığını, Avrupalı düşünürlerin, kendi ülkelerindeki despotizmi, dışarıya yansıtarak, yani Doğu’yu istismar ederek okurlarına anlattıklarını, artık Osmanlı’nın yakasından düşme vaktinin geldiğini dile getirdiler. Ne ki, bu tatlı yalanın ısıttığı sıcak yataktan kalkmaya kimse razı değildi.

10. Batı’nın üstünlüğü yalanı

İktisat ilminin kurucularından Adam Smith, 1770’lerde Çin teknolojisinin Avrupa’dakinden ileri olduğunu itiraf ediyordu, biz ise 18. yüzyılda Avrupa’nın dünyanın en ileri uygarlığı olduğunu savunmaya devam ediyoruz. Neden acaba? Şundan sanırım: Beyinlerimiz keşifler, icatlar, Rönesans, Aydınlanma, Bilimsel Devrim gibi bir sürü Avrupa yalanıyla tıka basa doldurulmuş durumda. Böyle olunca, dünyanın diğer bölgelerinde neler olup bittiğiyle ilgilenmiyor ve daima skora takılıyor gözümüz: Ne olsa maçın kazanılıp kazanılmadığı önemli.

Öyleyse Hodgson ve Blaut gibi birinci sınıf tarihçilerle sesimizi gürleştirelim: Avrupa’nın “gelişmesi”, Afrika ve Asya karşısında uzun süren geri kalmışlığını telafi etmeye ancak 1800’lerde yetecekti. Avrupa, dünyanın diğer kısımlarındaki gelişmelerden o kadar uzak kalmıştı ki, şu meşhur keşiflerle bir parça nefes alabilmişti. Bu açılma da, Asya ekonomilerinin tarihinde pek çok defa vuku bulan bir gerileme anına denk gelmiş, Osmanlı ve Çin dahil Doğu’nun başlattığı bir küreselleşme dalgasının üzerine binmişti. İşte Avrupa bu sayede kıyıda köşede kalmaktan kurtulup küresel ekonominin motoru olabildi.

Son sözü Hodgson’a bırakmak en iyisi. Ona göre, modern dünya ile Batı, aynı şeyler değildir. Modernlik, Afrika, Asya ve Avrupa’nın beraberce inşa ettikleri bir oluşumdu. Yüzyıllar süren bu hazırlık döneminden kârlı çıkan bölge, fırsatları değerlendirmeyi bilen ve bir katalizör rolü oynayan Avrupa oldu. Şartlar orada birbirine kavuştu ama kavuşmayabilirdi de. Modernlik Çin’de veya İslam âleminde de ortaya çıkabilirdi (tabii oralara mahsus görünümleriyle). Asya ve Afrika’nın muazzam bilgi birikimi ve ticaret ağı olmasaydı, Avrupa’daki modern dönüşüm hayal dahi edilemezdi.

Düşünün ki, Vasco da Gama bin bir zahmetle Ümit Burnu’ndan dolaşıp Hindistan’ın Kalküta limanına indiğinde İspanyolca konuşan bir Tunuslu Müslüman tüccarla karşılaşmış ve pek şaşırmıştı. Haklıydı, çünkü buraları bilmeyen tek medenî kıta, Avrupa’ydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı... son 5
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Giresun Üniversitesi Öğrencileri Paylaşım Alanı :: Eğitim :: Ders Konuları :: Tarih-
Buraya geçin: